İstanbul Taksim’de Gezi Parkında başlayan ve tüm yurda yayılan protesto eylemlerini, parkta bulunan ağaçların sökülmesine engel olmak isteyenlerin üzerine polisin su ve biber gazı sıkması tetiklemişti.
Çevre duyarlılığı ile başlayan eylemler, kısa zamanda büyüyerek iktidarın politikalarını desteklemeyen çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu muhalif gösterilere dönüştü.
Bütün bu olaylardan sonra Ankara’lılar “madem işin özü sökülmek istenen o üç ağaç, peki Atatürk Orman Çiftliği’ndeki ağaçlar ve manevi değeri?” diye sormaya başladı. Atatürk Orman Çiftliği’nin ortasına yapılan ve Başkanlık Sarayı olacağı söylenen bina yüzünden kesilen ağaçlar, Belediye’nin AOÇ’nin ortasından geçirdiği yol (ilgili haber) ve biraz bilgi kirliliği olsa da ABD büyükelçilik binası için tahsis edildiği söylenen arazi (ilgili haber) tartışılmaya başladı.
Haftasonu bu duyarlılığa sahip Ankaralılar AOÇ’den Kızılay’a yürüyerek AOÇ’deki yapılaşmayı protesto etti.
Aslında tepkiler AOÇ’nin 1. derece sit alanı durumunun 3. derece sit alanına dönüştürülüp yapılaşmaya açılmasıyla başlamıştı. Ancak medyanın ilgi göstermemesi ve belki biraz gözden uzak olması sebebiyle tepki cılız kalmıştı. Son olaylar Ankaralı için manevi değeri olan Atatürk Orman Çiftliği’nde pek çok ağacın kesilmesine-sökülmesine neden olan yapılaşmaya itirazları biraz daha belirginleştirdi. Elbette twitterde gerçek dışı spekülatif haberler de paylaşıldı. Bölgeye uzak olan “Atatürk Köşkü’nün de yıkılacağı” haberi gibi.
Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da o bölgeye yakın bir yerde Söğütözü’nde Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi’nin hemen karşısındaki küçük kulübe’nin hikayesi geldi aklıma.
Atatürk’ün arada sırada gelip dinlenmek, huzur bulmak için yaptırdığı, ancak 2000 yılında tekrar restore edilerek müzeye dönüştürülebilen küçük kulübeden çoğu Ankara’lı haberdar değildir ya da unutmuştur.
Orman Çiftliği’nin içinde inşaası süren devasa yapıyı biraz uzaktan da olsa sessizce izleyen bu küçük kulübeyi:
“Mustafa Kemal hiçbir konuta, hiçbir köşke özel eşyalarını bu kulübeye yerleştirdiği kadar itina ile yerleştirmemiştir. Sedirde serili annesinin seccadesi, çay takımları, semaveri ve şöminesini yakarken kullandığı körüğü hâlâ yerli yerinde durmakta” diye anlatıyor Feridun Büyükyıldız.
Atatürk’ün, devletin imkânlarını kullanmadan kendi maaşı ile yaptırdığı, fidanlarını kendi elleri ile diktiği kulübenin hikayesini Feridun Büyükyıldız şöyle anlatıyor:
Kulübenin hikâyesini Niyazi Ahmet Banoğlu’da, Azra Erhat’ta ayrı zamanlarda anlatmışlardır.
Mustafa Kemal 1926 yılında Ankara’da Söğütözü civarında yaptığı gezilerin birinde uzaktan bir köylünün kulübesini görür. Kulübeye yaklaştığında köylü koşarak yanına gelir ve kulübesine davet eder. Köylünün kulübesinin önünde bir süre dinlenen Mustafa Kemal bir ara içini çeker;“Benimde böyle bir kulübem olsa, bazı geceler kulübeme gelip dinlensem. Buradaki huzur, buradaki sakinlik, hiçbir yerde bulunmaz” der.
Tez canlı köylü:
“Mademki o kadar sevdiniz sizde şuracıkta bir kulübe yaptırın. Bundan kolay ne var?” diye içtenlikli temennisini ifade eder.
Mustafa Kemal tebessümle hemen karar verir.
“Mademki sende uygun buldun. Hemen yaptırıyorum” der ve kerpiç kulübenin inşaatı başlar.
İki pencereli, bir kapılı ve tek kişinin kalabileceği kulübe iki gün içerisinde ve devletin parası kullanılmadan kendi maaşı ile tamamlanır.
Mustafa Kemal kulübenin yapılacağı yerde bulunan söğütlerin dikkatlice sökülmesine nezaret eder. Söğüt fidanlarının tekrar başka yerlere dikilmesini ister. Bir kısım fidanları kendi elleri ile kulübenin yakınlarına diker.
Atatürk sonraki yıllarda huzur bulduğu kulübede, bazı geceler gelir ve kalırdı. Kendi elleri ile yaktığı şöminesinde kahve pişirir, kendi fincanına kendisi servis yapar ve belki ruhunun derinliklerine dalar gider, kendine zaman ayırırdı. Tek kişinin sığabileceği kulübede, tek başına geceler geçirirdi.
Daha sonraki yıllarda da ilerleyen yaşına rağmen kulübesini ziyaret etmeyi ihmal etmedi. Hasır sandalyesinde kahvesini yudumlarken çekilen resmi, yine bu kulübenin önünde dinlendiği bir ana aittir. Söğütözü’nde Atatürk’ün diktiği fidanlar yaşlılıktan yok olmuş olsa da, genç filizler sayesinde etraf hâlâ yem yeşil söğütlerle doludur.
1926 yılında kerpiçten yapılan bu tek odalı kulübe Ata’nın ölümü ile unutulmuş yıllarca sahipsiz bırakılmıştır. Kulübe’nin düzenlenmesine dair çabalar 2000 yılına kadar sonuçsuz kalmış, 2000 yılında Orman Bakanı Prof. Dr. Nami Çağan’ın himayesi ile Mimar M. Fikri Aktan tarafından 27 Temmuz 2000 tarihinde rölevesi hazırlanmış, 29 Ekim 2000 tarihinde ise yenileme çalışmaları tamamlanarak ziyarete açılmıştır. Ankara’da çoğumuzun unuttuğu bu kulübe her şeye rağmen bu gün iyi durumdadır.
Mustafa Kemal’in gerçekte tek mal varlığı olan kulübeyi ziyarete gittiğinizde sizi mütevazı bir dünya karşılayacaktır.
ankaramiz.com